Sinop Cezaevi



Duvarı nem insanı gam yıkar derler
Peki duvarlar nemli, insanlar gamlı
Kapılar da kilitliyse…
İnsanın özgürlüğüne örülmüş tuğlalar,
Yıkılsalar kim takar?







Voltanı 20-25 adım fazla atsan
Dalga serinliği yüzünü okşayacak.
Yahut birkaç basamak tırmanıp kendini aşağı bıraksan
Karadeniz’in haşin dalgalarında kulaç atacaksın.
Öylesine yakınsın
Denize, martılara, özgürlüğe…
Gel gör ki ne voltanı uzatmana,
Ne de tırmanıp atlamana izin veriyor
‘Kale’den duvar.
Duvarı nem insanı gam yıkar derler
Peki duvarlar nemli, insanlar gamlı
Kapılar da kilitliyse…
İnsanın özgürlüğüne örülmüş tuğlalar,
Yıkılsalar kim takar?
*







Sinop cezaevindeydim.
Farklı zamanlarda farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan cezaevi, şimdilerde müze olarak ‘mahkum’larını ağırlıyor.
Zamanın mahkumlarına sağır duvarlar, bizlerle konuşuyor. Refik Halit Karay’dan, Mustafa Suphi’den, Sabahattin Ali’den söz açıyorlar. Onları burada misafir ettik, onlar söyledi, biz duymadık, biz söyledik onlar duymadı diyorlar.
Dur diyorum, biraz da dut ağacından bahsedin.
Git de ona sor diyor duvarlar.









Dut ağcına yöneliyorum.
Gölgesinde durup dut ağacına soruyorum. Hikayen nedir?

“Benim meyvem duttur, ismim Teselli’dir. Mahkumlardan Hüseyin Pehlivan dikti beni. Pehlivan’ın yolu düştü buraya. Önce idam dediler, müebbete çevirdiler. Beni buraya dikmek için maruzatlar yazdı müdürlüğe. Sebebi sormuşlar Pehlivan’a. “Ben” demiş, “Buraya dutu diktikten sonra üstünden kaç yıl geçerce geçsin, buraya gelen mahkumlar diyecek ki bu ağacı diken müebbeti bitirip de çıkmış buradan. Bu şekilde teselli olacaklar, umut bulacaklar.” Müdürlük de kabul etmiş. Umudun temsili olmuşum. Meyvem dut, ismim Teselli, hikayem de budur.”
*




Tekrar döndüm Sabahattin Ali’nin koğuşuna. Koğuşta Ali’nin yazdığı şiirler asılıydı. Düşünelim Sabahattin Ali mahpusta yatıyor. Karadeniz’in hırçın dalgaları cezaevini saran kalenin duvarlarına vuruyor. Sabahattin Ali’den şu dizeler dökülüyor: ‘Dışarda deli dalgalar/ Gelir duvarları yalar/ Senin


bu sesler oyalar/ Aldırma gönül aldırma.’
Bu şiirinin yanı sıra pek çok şiirini de burada yazmış Sabahattin Ali. Orada hayat hikayesine kısa bir göz gezdirdikten sonra dedim ki, kısa hayatına kocaman eserler sığdırmışsın büyük üstad.

Yönümü çevirip cezaevi duvarlarına asılı tabelaları takip ediyorum. Cezaevi pamaklıklarına komşu bilgilendirici tabelalara göz gezdiriyorum. Çekilen diziler, filmler ardı
ardına sıralanmış.



*








İmparatorluklara, iktidarlara, on binlerce insana, yüz binlerce hayatın ortak noktası olan o taş duvarların arasından yürürken, dikkatimi çeken bir diğer nokta ise, hücre duvarlarından filizlenen çiçekler oldu. Mahkumların zincire bağlandığı odanın bir köşesinde şimdi çiçekler filizleniyor.
Umutsuzluğa kapıldığımda çıkış noktam olacak. İnsanların zincire vurulduğu yerde bile, çiçekler filizleniyor.







İnsanların zincire vurulduğu yerde bile,
Filizleniyor.
Çiçekler,

İmparatorluklar değişiyor.
İktidarlar değişiyor.
İnsanlar değişiyor.

Fakat çiçekler,
Zincire vurulduğu yerde bile insanların,
Filizleniyor.



*



Neticeyle; Mutlu kentin insanları, hüzün turizminin başköşesine oturmuş. Sinop biraz da karşıtlıklar şehri. Özgürlükle esaret arasında saysan 20-25 adımlık volta var. Voltayı atarken önümüzde duvarlar çıksa da, mücadele etmek elzem. Dut ağacı dikmeliyiz, duvarların arkasına.

*
Dipnot: Duvarlara kalp içinde harfler yazanlar vardı. Sevdiğine, ‘Senin gönlünde mahkumum’ mesajını mı vermek istediler bilmiyorum ama bu her şeyden önce oradaki yaşanmışlığa, ziyarete gelen insanlara hakarettir. Sevginizi başka şekilde belli edin be ya, lütfen!
Güzel yazılar da yok değildi. Değinmeden geçemeyeceğim: “İnsan olduğunuzu soğuk ve nemli alanlarda anlıyorsunuz. Ne yazık ki mesele soğuk ve nem değil. Biraz düşünün, bulacaksınız.”



Ek fotoğraflar: