Kastamonu'nun en güzel yeri neresidir diye sorarsanız, şüphesiz Yakupağa Külliyesi derim. Her bakışımda tekrar tekrar aşık olduğum şehre, Yakupağa'dan bakınca bir başka titrer içim.
Bugün de bu anlamlı yerdeydim. Kastamonu Cumhuriyet Meydanı'ndan kafamı kaldırıp Yakupağa Külliyesi'ne baktığımda bir başka heyecan bürüdü içimi. Yanımda fotoğraf makinem, Nilüfer Kuyaş'ın Ada'daki Ev kitabı, Mümtaz Tiftik'in Düş İkindileri kitabı vardı. Kendime şehri gören duvar kenarında bir masa aradım, şaşılacak derecede kalabalıktı. Bir müddet bekledikten sonra istediğim duvar dibindeki masada oturan iki sevgilinin kalktığını gördüm. Hemen kuruldum oraya. Ne alırsınız sorusuna her zaman ki cevabımı kondurdum, çay isterim, demli olsun. Uzun bir bekleyişin ardından -ki bayağı uzun- çayım geldi, tavşan kanından. Şekerleri tepsiye geri koydum. Şeker, çayın tadını bozuyor. Yakupağa Külliyesi'ne gelirken Tekeli Simit evinden aldığım iki adet Kastamonu Kel Simit'ini yine yandaki marketten aldığım Kastamonu Gazetesi üzerine koydum. Çay simit ikilisi bir başka tat bıraktı damağımda. Çok değerli büyüğüm Mustafa Afacan'ın yine hayran kaldığım üslubunu satırlarda görürken birkaç memleket havadisine de göz gezdirdim. Etrafta insanlar gelip geçerken, yüzler bir bir kaybolurken zihnimde, daha önceden okuduğum Mümtaz Tiftik hocamın kitabını çıkardım ve Saat Kulesi'ni görür şekilde birkaç fotoğraf çektim. Akreple yelkovan birbirini hızla kovalamış bayağı yol kat etmişti ki Nilüfer Kuyaş'ın Ada'daki Ev kitabını çıkardım ve satırlarında kayboldum. Zaman akarında, bende kalktım evime doğru koyuldum.