Sevmiyor Sesleri


Oku oku dedi otobüse binen amca. Okumak güzeldir.





Kafasını kaldırdı kitaptan, sinirliydi, en heyecanlı yerindeydi kitabın. Sahte bir tebessüm takındı yüzüne, bakmakla yetindi sadece amcaya. Devam etti o okumaya, amca konuşmaya. Basmak istedi otobüsün düğmesine, inmek istedi otobüsten, durdu, düşündü. Parası yoktu. Kazadan bahsediyordu amca, elinde gazete. Süzdü amcayı uzun uzun. Sararmış bıyıklı, dökük dişli, paspal giyimli, çok ama boş konuşan amcalardandı. Bıraktı süzmeyi koyuldu işine. ‘Şoför uyuyakaldım demiş, olacak iş mi? Ben çocuğa acıdım, gencecik çocuk ölmüş’ Etrafı sessizlik sardı. Bıraktı elinden kitabı. Otobüsün iki ana direğinin arasında kalan camdan dışarıyı izlemeye başladı. Çiçekler açmaya başlamıştı çoktan, hava da çok sıcaktı. Dışarıda çocuklar her şeyden habersiz, dünya telaşsız oyunlarına dalmış, erkekler top kızlar seksek oynuyordu. Hızla geçtiler onların yanından. Siluetler bir görünüyor, bir kayboluyordu. Otobüs hızlı gidiyordu. Okulun verdiği yorgunluğun, sıcağın verdiği mayışmanın etkisiyle uyuyakalmıştı olduğu yerde.
Kardeş son durağa geldik kalk dedi kalınca bir ses. Gözlerini açtı. Köse, uzun boylu, elinde tesbihle bir adam belirdi karşısında. Bir an afalladı sonra anladı. Otobüste uyuyakalmıştı. Kalktı ve indi otobüsten. Parası yoktu, yürüyecekti. Okulların son günü parasını bitirmiş olurdu genelde. Aldırış etmedi. Yürüdü. Ne kadar değişmişti çevresi, ne zamandır yürümüyordu böyle? Koca koca binalar, yeni açılmış alışveriş merkezleri, değişen kaldırımlar, değişen yüzler Daha bir yalnız hissetti kendini. Kitabına baktı, tek tesellisi oydu, yalnız olmadığının kanıtı… Düşünceler eşliğinde yürüyordu. Hava kararmaya, ortalık soğumaya başlamıştı. Allah sevdiğine bağışlasın, Allah ailene bağışlasın, Allah ne muradın varsa versin. Lütfen bir ekmek pa…’ Sevgilisiyle el ele yürüyenler, telefonla geçerken küfür edenler, etrafta insan yokmuşçasına gülen arkadaş gurupları… Sanki dünyanın merkezinde kalmış ve Dünya onun etrafında dönüyordu. Derin bir iç çekti, çekmekle yetindi. 
    Merdivenlerden tın tın çıkmaya başladı. Yorgundu. Demir korkuluklara verdi tüm yükünü. Kapıyı tıkladı usanmış bedeniyle. Halası açtı kapıyı. Halası… Çok severdi halasını. Kısa boylu, fazlaca kilolu, pek konuşkan, çok güleç bir kadındı. Kocası daha otuzunda dul bırakmıştı halasını. Kocasından olan bir çocuğu da hastalıktan kayıp gitmişti ebedi dünyaya.
<Yaşıtlardı halasının oğluyla. Beraber ne çok şey yapmışlardı. Hiç unutmaz bir keresinde Akif amcanın bahçesindeki kiraz ağacından kiraz yürütürken düşmüş, pusuya yatan Akif amca onu yakalarken yoldaşı kurtarmıştı onu. Ama eskide kaldı işte onlar da Her şey gibi, herkes gibi>
Evlenmemişti sonra halası. Ona bakmıştı. Annesi babası çalışırken halası ona dadılık yapmıştı. Kendi evladı yerine koymuştu onu. Hoş geldin oğlum, geç kaldın bugün, telaşlandırdın beni
-Bir şey olmadı halacığım, uyuyakalmışım otobüste yürüyerek gelmek zorunda kaldım son duraktan buraya kadar.
-E be oğlum yoruluyorsun tabi kolay mı? Hadi üzerini değiştir yemek hazırlayayım bende sana.
Odasına geçti. Kitabını masasına koydu. Aceleyle üzerini değiştirdi. Kendine bakmıyordu. Salaş bir şeyler almıştı yine üzerine. Güzel yemek kokuları geliyordu burnuna, içine çekti. Eniştesi olsa kokusu doymaya yetiyor der ve halasına sevgi dolu bir öpücük kondururdu. ‘Şımarma demek olurdu halasının cevabı, bu hep böyle olmuştu. Sahi eniştesi ne diye bırakmıştı halasını. Ne eksiği vardı halasının o kadından. İçten içe kızmıştı eniştesine ama umursamıyordu, hayatı umursamıyordu. Etrafındaki her şeyi sorguluyor ama gerekmediği müddetçe ağzından tek kelime çıkmıyordu. Eniştesi Ne sevecen adamdı eniştesi. O da halası gibiydi; kısa boylu, göbekli. Göbeksiz erkek balkonsuz ev gibidir evlat derdi neşeli bir şekilde rakısını yudumlarken. Hayal kurardı bol bol. Derin düşüncelere dalar ve oğluna döner: Büyük adam olacaksın, benim gibi milletin ağzının kokusunu çekip de üç kuruşa tamah etmeyeceksin. Ben senden fazla bir şey istemem. Bahçeli bir ev yap babana, yeter Onlar konuşurken sıyrılıp giderdi Feyyaz odasına. Feyyaz İsmini babası vermişti. Beşiktaşlı babanın oğluna vereceği en manidar ismin Feyyaz olduğunu düşünmüş çünkü babası. İleride büyük futbolcu olacak oğlum, maçlara da seninle birlikte gideceğiz hatun demişti daha gebeyken annesi Feyyaza. Futbolcu olmadı Feyyaz. İzleyemeyecek annesiyle babası binlerce kişilik stadda Feyyaz’ı.
Patates kızartması, köfte, pilav yanına da kola İşte, Feyyaz’ın en sevdiği menü. Halası hazırlamıştı onun için. Ekmekler ince dilimlenmiş, kaşık çatal özenle yerleştirilmişti. Çok açtı Feyyaz. Halasının söylediği şarkı eşliğinde aldı çatalı eline. Halası bir yandan bulaşık yıkıyor bir yandan şarkı söylüyordu. Hep yapardı bunu, ev işi yaparken şarkı söyler, şarkının ritmiyle hızını orantılardı. Ses sevmezdi Feyyaz, kendi sesini bile. Kimse bilmezdi bunu, kendi de sebebini Yemeğini yedikten sonra usulca kalktı. Ellerine sağlık hala cümlesinin getirisi oldu Afiyet olsun tosunum.  Tosun? Tosuna benzer hali de yoktu. Aksine zayıftı da. Odasına geçti. Aynasını aldı eline. Kısa saçı, olmayan sakalı, orantılı burnu yüzü, renkli gözü… Daha bir yakışıklı gördü kendini. Neresi tosundu? Ama büyümüştü. Eksik büyümüştü. Üzülmüştü, çok üzülmüştü.
   Pijamalarını giydi, hafiflemiş hissetti kendini. Çorabını çıkartmadı. Çorapsız yatmaya korkuyordu. Halası hâlâ yatmamıştı, temizlik yapıyordu. Yatacağı sırada gördü Feyyaz’ı. Yarın mevlit var unutma erken kalkıp bana yardım edeceksin dedi tebessümlü bir çehre ile halası.  Nasıl unutabilirdi. 10 Mayıs. Mevlit. Acı.

   Feyyaz! hadi kalk sözde bana yardım edecektin. Neredeyse mevlit başlayacak Boşuna işkillenmişti halası. Daha iki saat vardı mevlidin başlamasına. Doğruldu yatağından, ovuşturdu gözlerini. Bulanık gözüken oda daha belirginleşti ovuşturmayla beraber gözünü. Ev mis gibi pilav, et kokuyordu. Umrunda değildi. Elini yüzünü yıkadı, yatmak istiyordu. Mümkün değildi. İkilemler içinde gidip geldi mevlit için davetlilerin gelmesine değin. Yavaş yavaş gelmeye başladılar ve Feyyaz sevmediği işi; onlarla selamlaşıp, birkaç kelam etme işini üstlenmişti. Daha önce hiç görmediği uzun boylu, pos bıyıklı, kırışık suratlı adamla olan muhabbeti uzun sürmüştü. Kocaman olmuşsun, adam olmuşsun ile başladı adamın cümleleri, uzun uzadıya devam etti. Ortama uymuyordu böyle uzun muhabbetler, hele Feyyaza hiç Sevmemişti adamı. Kimseyi sevmiyordu. Curcunalar arasında yalnız kalma fırsatı buldu. Her zaman yalnızdı. Bunca insan arasında o hep yalnızdı.  Yalnızlığın sözcük anlamının ötesinde bir yalnızlıktı bu. Başka bir şeydi bu yalnızlığın adı. Ama yalnızdı. 10 Mayıs. Fren sesi. Sevmiyor sesleri. Bir anlık git gel. İlk gördüğü havaya yükselen duman. Adam sesleri Sevmiyor sesleri. Daha bir derine gömülüyor hisleri. Yutkunuyor. Yine hatırlıyor. Etrafına anne ve babasının cesedi. Tiksiniyor hayattan. Kendisine bakıyor iyi kendisi. Camlar, cam parçaları… Annesinin yüzünü ne hale getirmişler. Ya babasının dişleri.
İçeriden geliyor hocanın sesleri. Sevmiyor sesleri